Metafizik nedir?
Filozofların felsefe tarihi boyunca, üzerinde en çok düşündüğü konulardan birisi metafiziktir. Zaman zaman felsefenin merkezi olarak da nitelenen, zaman zaman da eleştiri ve saldırılara maruz kalan metafizik; bütün yaklaşımlara karşın güncelliğini yitirmemiştir. Metafiziğin her zaman gündemde olan bir konu olmasının nedenleri arasında, bir yandan üzerine eğildiği problemlerin önemini hiç yitirmemiş olması; diğer yandan da hem kapsamının ve tanımının felsefe tarihinin her döneminde yeniden tartışılmış olmasıdır.
Bilindiği kadarıyla ‘Metafizik’ terimi ilk olarak Aristoteles’in eserlerini derleyen Rodoslu Andronikus tarafından MÖ 1. yy.’da anılmıştır. Andronikus, Aristoteles’in eserlerini sıraya koyarken, ‘Fizik’ adlı eserinin sonrasına koyduğu yazılara işaret etmek için ‘ta meta ta physika’ terimini kullanmıştır. Gerçekte Aristoteles, bugün bizim ‘Metafizik’ ismiyle bildiğimiz eserin içeriğindeki konuları ‘ilk felsefe’ diye adlandırmıştır.
Aristoteles, insanın edindiği bilgileri ediniliş biçimlerine göre değerlendirerek sınıflamaktadır. Buna göre insan için ilk olarak ve doğrudan edindiği bilgi duyularından gelen bilgidir. Aristoteles bu türden bilmeyi, alt türden bilme olarak görmektedir. Bununla birlikte insan, duyulardan edindiklerinin ötesinde, daha ileri aşamalarda bilme yetisine sahiptir. Bunlardan ilki hafızanın kullanımını gerektiren deney aşamasıdır. Deney ile edinilen bilgi, bireysellerin bilgisidir ve bu bir konuya ilişkin nedenleri bilmeksizin, o konu ile ilgili pratik kuralın edinilmesini sağlamaktadır. Deney bilgisinin üstünde sanat bilgisi bulunur. Sanat, tek tek şeylerin kavranışının değil, genele ilişkin olan bilgiyi sağlamaktadır. Sanat bilgisi genel ilkelere dayanmaktadır ve o pratik kuralların bilgisidir. Böylelikle sanat bilgisi, deney bilgisine üstündür. Fakat bunların her ikisi de gerekli olan bilgilerdir. Bütün bu bilgilerin üzerinde, nedenlerin saf bilgisi olan bilim bulunmaktadır. Bilim, sanat gibi pratik amaçlara değil de, yalnızca bilmek için bilmeye yönelir; böylelikle o, en yüksek türden bilmedir ve sağladığı bilgi de en yüksek bilgidir. Biz bir şeyi nedenleri ile ilk ilkeleri ile bildiğimizde tam anlamı ile bilebiliriz; bize bu türden bilgiyi sağlayan da bilgeliktir.
Metafizik, genel anlamı ile, doğanın yapısı ve işleyişi hakkında bilgi edinme çabasının sonuçlarından birisidir. Burada, özelleşmiş doğa bilimlerinin de evrene ilişkin bilgi edinme çabasında oldukları; bu yüzden de metafiziğin alanına ilişkin bu tanımın, metafiziği doğa araştırmalarından net bir biçimde ayırt etmeyi sağlamadığı söylenebilir. Doğa bilimleri de olgulara ilişkin bilgi edinme gayretindedirler. Ne var ki tek tek doğa bilimleri, olgular hakkında bilgi edinme ve bunu da bilimsel bakış açısı ile gerçekleştirme çabasında olmaları bakımından benzer olsalar da, inceledikleri konular bakımından ayrılmaktadırlar. Her biri dünyadaki olguların kendilerine konu ettikleri kısmını incelerken, bunu, incelediği konunun gerektirdiği özel bir bakış açısı ile yaparlar. Söz gelimi, doğa bilimleri arasında sayabileceğimiz fizik, kimya, zooloji ve botaniğin hem inceledikleri olgular hem de bu olgulara yaklaşım biçimleri birbirlerinden farklıdır. Bu yüzden her biri belli bir olgular öbeğini, belli bir açıdan ve belli yönleri ile ele alırken; pek çok yönünü de dışarıda bırakırlar.
Metafizik, ilkelerin araştırılmasıdır. Doğa bilimlerinden metafiziğin ayrıldığı ana noktalardan biri genele ilişkin, kuşatıcı bilgi edinme çabası ile ilgili tavrıdır. O, belli bir olgu veya olgu öbeğinin şu veya bu yönüne değil; bir bütün olarak evreni kavramaya yönelir. Eksik bırakmaksızın evreni bütün olarak ele alma amacını güder. Bu durumda metafizik, genelliği ile doğa bilimlerinden farklıdır. Metafizik, şu veya bu olguya değil, bir bütün olarak evrene ilişkin en genel, en kuşatıcı ilkeleri soruşturma etkinliği olarak anlaşılabilir.
Hem evrendeki her şey, hem de bir bütün olarak evrenin kendisi, metafiziğin araştırdığı bu genel ilkelere tabi olmalıdır. En kuşatıcı ve genel ilkelerin ortaya çıkarılmaya çalışılması da evrenin bütünlüklü bilgisine sahip olma, onu bütün olarak kavrama çabası ile ilişkilidir. Böylelikle metafiziği, ‘evreni bütünü ile bilme çabası’ olarak da tanımlayabiliriz. Bu en genel, en kuşatıcı ilkeler aynı zamanda öze ilişkin olduklarından, soruşturulmaları zaman zaman varlığın neliğini ortaya koyma çabası olarak da anlaşılmıştır. Varlığın neliğini araştıran metafizik, bunu varlığın ilk ilkelerini veya varlığa ilişkin nihai, yanlışlanamaz hakikatleri ortaya çıkarma yolu ile gerçekleştirme çabasında olmuştur.
Metafizik, varlığın niteliğini yani özünü bilme çabası olarak alındığında, fizik ötesini tanıma çabası olarak da değerlendirilmiştir. Çünkü görünür olan varlığın özünden bahsettiğimizde, fizik dünyanın ötesinde olan bir şeye yönelmiş olunur. Amaç görünür olanın ötesindeki, göreli olmayan nihai gerçekliğe ulaşmaktır; yöntem ise görünürde olanın eleştirel bir incelemeye tabi tutulması yolu ile onun ötesinin bilgisine ulaşmaktır.
Bu anlamıyla fizik dünyanın ötesinde, görünür olanın ardında olanın, tanrısal bir şey olduğu düşüncesi metafizikçilerin çoğu tarafından kabul edilmiştir. Bundan dolayı da varlığın özüne ilişkin yapılan araştırmalar çoğu zaman tanrısal olana ilişkin bir araştırma olarak görülmüştür. Bu aynı zamanda varlığın ilk ilke ve nedenlerinin araştırılmasıdır. Bu bakımdan, varlığın özünün kavranması ile şeylerin ilk ilke ve nedenleri kavranacak böylelikle de var olanlar hakkında nihai, değişmez ve değiştirilemez tanrısal bilgiye ulaşılacaktır.
Metafizik, varlıkların kendilerine özgü kaynağına inmeyi, onların kendi başına değil, bütün içindeki konumuyla soruşturulmasını gerektirir. Bir şeyin tam olarak kökten bilinebilmesi, evrenin ya da varlığın özünün bütünlüklü olarak kavranmasına bağlıdır. Böylelikle, metafiziğin uğraşı kimi zaman evrenin tümünü kuşatacak, onu bütünlüklü olarak kavrayacak ilkelerin bilinmesi, kimi zaman varlığın özüne ilişkin olan şeyin kavranması; kimi zamansa fizik ötesindeki tanrısal gerçekliğe ulaşılması çabası olarak görülmüştür.
Metafiziğin klasik soruları, ‘Evren tümüyle nasıl kurulmuştur?’, ‘Varlığın ne gibi bir özü vardır?’, ‘Fizik ötesinin yapısı nasıldır?’, ‘Bir şey (her şey) derinlemesine nasıldır?’ gibi sorulardır. Filozofların metafizik alanına ilişkin sorduğu bu gibi sorular, farklı metafizik sistemlerinin terminolojileri, yapıları bakımından farklılıklar göstermektedir. Metafiziğin, evreni kuşatan ilkelere yönelen tavrı, sorularında da kendini gösterir. Bunlar, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayacak, köktenci bir soruşturmaya yönelik sorulardır. Bu tip doğruluk değeri bakımından denetlenebilir olduğunun söylenebilmesi gerekir. Ne var ki, metafizik sistemlerin sunduğu ana savların doğru ya da yanlış olduğunu söyleme şansımız yoktur. Bundan dolayı, felsefe tarihi boyunca, metafizik ifadelerin denetlenme yolu ile ilgili bir uzlaşıma varılamamış; kimi zaman sistemin ifadeleri arasındaki tutarlılık, kimi zaman belli bir anlayışa uygunluk, kimi zaman da belli bir zümre tarafından benimsenmiş olmak, denetlemek için seçilen kıstaslar olmuştur.
Pek çok metafizik, kurduğu sistem ile birlikte bir denetleyici mekanizma da sunmuştur. Felsefe tarihi boyunca bir yanda metafizik savların kendileri, diğer yanda da bu savların nasıl denetleneceği tartışılagelmiştir. Her bir sistem, kendi savlarını sağlama alacak mekanizmayı da beraberinde getirdiğinden, birbirinden çok farklı savlar öne sürseler de hangisinin gerçekten en doğrusu olduğu sorusu, güncelliğini hiçyitirmemiştir.
Metafiziğin temel konularından birisi olan, fizik dünyanın ötesinde olduğu varsayılan nihai gerçeklik, bizim meşru bilmemizin sınırını aşmaktadır. Dolayısıyla bu alana ilişkin olarak öne sürülen savların ne doğru, ne de yanlış olduğunu söyleme olanağımız bulunmaktadır. Metafiziğin kavramlarının deneyimimize konu olmak bakımından hiçbir anlamı yoktur.
İnsan bilgisinin tek meşru kaynağı izlenimlerdir. Bu durumda bir terimin anlamlı olup olmadığının soruşturulması, o terimin hangi izlenimden türetildiği sorusu dâhilinde yürütülmelidir. Eğer kullanılan terime karşılık gelecek bir izlenim verilemiyorsa, terim anlam taşımıyor demektir. Metafizik problemlere yapılacak bu türden köklü bir analiz, bunların anlamdan yoksun ve dolayısıyla çözümsüz olduklarını gösterecektir.
Kaynaklar:
David Ross, Aristoteles, Çev. Ahmet Arslan, v.d., İstanbul, Kabalcı Yayınevi.
Francis E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, Çev. Hakkı Hünler, İstanbul, Paradigma Yayıncılık.
Teoman Duralı, Aristoteles’te Bilim ve Canlılar Sorunu, İstanbul, Çantay Kitabevi.
Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü.
Julian Marias, History of Philosophy, New York, Dover Publications.
Marias, History of Philosophy.
W. T. Stace, A Critical History of Greek Philosophy, London, Macmillan St Martin’s Press
Prof. Dr. Cengiz. Çakmak, Felsefeye Giriş, İstanbul Üniversitesi