Ortaçağ Avrupa’sında Bitki ve Hayvanların Şifa ve Büyü Amaçlı Kullanımı
Ortaçağ Avrupa’sında bitkilerin ve hayvanların büyü ve benzer kötücül amaçlarla yaygın olarak kullanıldığını biliyoruz. Ancak bu kullanımın her zaman kötü amaçlı olmamakta (kara büyü), sağaltım ve yenilenme amacıyla da (ak büyü) hayvanlarda ve bitkilerde var olduğuna inanılan doğaüstü güçler yardıma çağırılmaktadır. Kuşkusuz bu noktada doğaüstü güçleri yardıma çağıranın niyeti önem kazanmaktadır. Hıristiyanlık inancına göre tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülen şeytan, kötücül amaçlarını gerçekleştirebilmek amacıyla ihtiyaç duyduğu işbirlikçileri bulmakta hiçbir zaman zorluk çekmemiştir. Şeytan ve demonları emrine girenlere, yapılacak zararlı büyüyü ilişkin malzemenin terkibini, nerelerden elde edilebileceğini, hangi yöntemlerle daha etkin hale getirebileceğini, uygulanma şeklini vb. pratik bilgileri aktaracaktır. Şeytanın işbirlikçileri olan cadılar, büyücüler, falcılar, astrologlar, medyumlar, zehir terkipçileri vb. bu sürecin sonunda kendilerine öğretilenleri uygulamak için çeşitli malzemelere ihtiyaç duyarlar. Amacına uygun bir muska veya iksir hazırlayabilmek için doğanın dilini bilmek gerekir. İşte bu yüzdendir ki yaşlılar, bilge kadınlar (otacı) ve ebeler daima cadılık ve büyücülükle suçlanmışlardır. Hangi bitkinin hangi derde derman olduğuna dair bilgi yüzlerce, binlerce yıllık bir tecrübe ve birikim sonucunda nesilden nesile aktarılarak kazanıldığı için kıymetli ve paylaşılmazdır. Bu durum, sağaltım amacıyla yararlanılan şeye (bitki, taş, hayvan) gizemli bir hava verecektir.
Binlerce yıldır insanlara şifa vermek için otacılar, rahibeler, bilge kadınlar tarafından hazırlanan iksirlere, sağaltıcı karışımlara çoğu zaman şüpheyle bakılacaktır. Bu şüphenin temel nedeni, ortaçağda tıp ile büyü sanatını çok ince bir sınırın ayırıyor olmasıdır. Otacı dışında kimsenin tanımadığı bir otla hazırlanan bir ilaç amansız bir hastalığa çare olabileceği gibi, kötü niyetli birinin (büyücü-cadı) elinde güçlü bir silaha dönüşebilmektedir. Bizi bu noktada ilgilendiren bu endişenin gerçeklik temeli olup olmadığından çok, başta kilise ve sivil otorite olmak üzere çevrenin nasıl tepki verdiğidir. Geç ortaçağdan itibaren Avrupa’da başta yaşlı kadınlar olmak üzere çok sayıda masum insan, büyü sanatlarının icrasında başrol üstlendikleri gerekçesiyle takibe uğramışlar ve acımasızca işkence görerek cezalandırılmışlardır.
Şifa ve büyü sözcüklerinin ortaçağda bu denli yan yana kullanılmasında en önemli etken, doğaüstü güçlerin insanların yaşamlarından işgal ettiği önemli yerdir. Kuraklığa karşı yağmur yağdırmak, ineğin sütünü artırabilmek, çocuk doğurabilmek, özlemlerini gerçekleştirebilmek vb. gündelik yaşamın somut gerçekleri için doğaüstü güçlerin yardımından medet umulmaktadır. Çoğu zaman, sihirli formüllerin, kilisenin hilafına, başarılı olması giderek uygulayanı büyücülük suçlamasıyla karşı karşıya bırakırken insanların aklı karışmakta ve Tanrı inancı sorgulanmaya başlamaktadır.
Anılan bu süreçte faydalı amaçlarla kullanıldıkları zaman kurtarıcı gözüyle bakılan, yardımlarından medet umulan insanoğlunun en önemli yoldaşları bitkiler ve hayvanlar, büyücülerin kötücül amaçlarına malzeme oldukları zaman zan altında kalacaklardır. Bu ikilem insanoğlunun hurafelere verdiği kıymet ve bu dünyadan umudunu kestiği sürece devam etmiştir.
a) Bitkilerin Büyü Amaçlı Kullanımı
Kuşkusuz bitkilerin sağaltım ve benzeri iyicil amaçlarla kullanımının geçmişi kadim çağlara kadar uzanmaktadır. Antik çağdan günümüze bu konuda kaleme alınmış birçok belge intikal edebilmiştir. Hipokrat’tan Bergamalı Galenos’a, İbn Sina’dan Constantinus Africanus’a çok sayıda hekim sağaltım amacıyla bitkilerin şifa veren gücünden faydalanmış giderek ilâç biliminin (farmakoloji) temelleri atılmıştır. Diğer yandan bitkilerin sağaltım dışında (veya sağaltımla gelen) farklı güçlerinin olduğu görülecektir. Bu süreçte Hıristiyan Avrupa, Antik dünyanın köklü mirasıyla, İslam- Arap dünyasının âlimlerinden çok şey öğrenecek, ancak 11. yüzyıldan itibaren kontrolü eline alacaktır. Bu gelişimde, erken ortaçağdan itibaren batı dünyasında manastır kurumuyla birlikte gelişen ‘bahçe kültürü’nün önemli etkisi olacaktır. Manastırların botanik bahçelerinde yetiştirilen her türden ıtriyatın karıştırılmasıyla elde edilen şifa verici iksirlerin formülleri uzun süre rahibelerin gizleri olarak kalacaktır.
Ortaçağ tıbbında bitkiler farklı ayrımlara tabi tutularak tasnif edilmektedir; öncelikle bitkinin bedene yararlı mı zararlı mı olduğuna bakılır. Şeytani özelliklere sahip zararlı bitkiler, faydalı bitkilere göre az sayıdadır. Akıl hastalıkları, sara, melankoli, kekemelik vb. rahatsızlıklarla, fiziksel -bedensel- hastalıklara yönelik olarak hazırlanacak terkiplerde kullanılacak bitki ve otlar farklı farklıdır. Yine kimyon, biber, hardal tohumu, pırasa iştah açıcılar olarak görülürken; Benedikten otu, kaya koruğu afrodizyak özelliğiyle öne çıkar. Tüm bu sınıflandırmalar yüzyıllar boyunca tecrübeyle kazanılmış bilgilere dayanır.
Ortaçağda şeytan, demonlar gibi kötücül güçlerin insanlara verecekleri zararlar sonucunda oluşacak hastalıkların, karın ağrısıyla baş gösteren herhangi bir fiziksel hastalıktan ayırt edebilmek mümkün değildir. Kötü ruhların verdikleri zararlar insan vücudunda ilk etkisini bozulan akıl sağlığında gösterir. Tutsak alınmış bedenlerin büyüsünü, ancak işini bilen bilgelerin hazırladığı terkipler çözebilir; bu nedenledir ki; sadece Almancada isminde ‘cadı’ geçen 60, şeytan geçen 120 civarında bitki vardır.
Özellikle geç ortaçağda ortaya çıkan cadı avı histerisi bu bağlamda önemli ipuçları verir. ‘Modern Cadı’ kavramının temel unsurlarından olan cadıların gece uçuşları, ancak cadı kremiyle gerçekleştirilebilir. Cadı kremine (Hexensalbe) ortaçağ yazınında ilk kez 15. yüzyılda rastlanmakla birlikte, benzer karışımların çok eski dönemlerden beri yapıldığı sanılmaktadır. Cadı kremi, cadıların sabbat ayinlerine (uçarak) katılabilmek için vücutlarına sürdükleri bir merhemdir. İçinde çok sayıda bitki ve otun (kavak ağacı yaprağı, afyon çiçeği, baldıran otu, itüzümü) yanı sıra yarasa kanı, sığır yağı, kurum, doğmamış çocuk eti yer alır. Bu malzemeler bölgeden bölgeye, kültürden kültüre farklılık göstermekle birlikte özellikle banotu, adamkökü ve baldıran otu benzeri sanrı yaratıcı bitkiler cadı kreminin vazgeçilmezleridir. Cadı kremi (uçuş kremi) reçetesini ilk kez yazıya döken Johannes Hartlieb, 1440 yılında kaleme aldığı Bitkiler Kitabı‘ nda ayrıntılı cadı kremi reçeteleri verir.
Ortaçağ boyunca adı kötülükle özdeşleşen bitkilerin başında adamkökü/kankurutan (mandrago) önemli bir yer işgal eder. İnsan benzeyen şekliyle adamotu şeytan tarafından kendisine bahşedilmiş yeteneklere sahiptir. Cadılar ve büyücülerin zehirli iksirlerinin panzehiri olarak kimi bitkilerin öne çıktığını görüyoruz. Örneğin zehirli bir iksir, sinirotu özünün içilmesiyle etkisiz hale gelebilir. Sinirotu benzeri bir özelliğe sahip olan başka bir bitki de eğrelti otudur. Eğreltiotu, şeytanın kötülüklerine ve büyüye karşı en güvenilir koruyuculardan biridir.
b) Hayvanların Büyü Amaçlı Kullanımı
Ortaçağ Avrupa’sında hayvanların büyü amaçlı kullanımı, Orta Asya kültürleriyle mukayese edildiğinde daha sınırlı kalır. Aynı şey sağaltım için de söz konusudur. Bu hayvan bedenine ilişkin kültürel bir geleneğin olmadığı anlamına gelmez kuşkusuz. Hayvana dönüşme mitiyle beliren kurt-adam motifi; yine karga, maymun, domuz gibi hayvanların uğursuzluk ve hastalık getirdiğine dair batıl inançlar, Avrupa halkları arasında çok yaygındır. Avrupa halk kültüründe kurt-adam inancı, kökleri antikçağa uzanan önemli bir figürdür. Eski Yunan’da, Roma’da ve Cermenlerde kurt-adam inancının izlerine rastlanmaktadır. İnanç gereği cadılar genellikle kurda dönüşse de, tavşan, köpek, kedi, baykuş, fare ve kargaya da dönüşmek söz konusu olabilir. Cadı gizlenmiş kimliğiyle kolaylıkla mekân değiştirme (baykuş-karga) imkânı bulurken, diğer yandan insanlara ve özellikle de çocuklara daha fazla zarar verebilir (kurt). Birçok hayvan zan altındadır; dişi domuz, teke ve keçi iffetsizliğin sembolü olarak cadılar ve şeytanla yakınlık içindedir. Bu bağlamda cadıların dönüşecekleri hayvanları kötücül amaçlarına uygun olarak seçtiklerini söylenebilir.
Ortaçağda büyü sanatı konusunda en önemli çalışmalardan birini yapan Johannes Hartlieb’in kitabı önemli bilgiler içerir. Hartlieb tüm büyü pratiklerini yedi sanat dalına ayırır; (1) nigromantia ya da kara büyü sanatı, (2) geomantia, (3) hydromantia, (4) aeromantia, (5) pyromantia, (6) chiromantia ve (7) spatulamantia. Hartlieb’e göre geomantia yer, hydromantia su, aeromantia hava ve pyromantia ateş aracılığıyla geleceği okuma ve kehanette bulunma sanatıdır. Hartlieb kilise tarafından yasaklanmış bu yedi sanattan en çok nekromantia‘yı ,‘kara sanat’ olarak kabul eder. Nekromantia‘ya içine büyü sanatının bilinen bütün önemli pratikleri dâhil edilmiştir; afsun duaları, büyü formülleri, tütsüleme ve kurban ritüelleri, astroloji/yıldız tabirciliği, muska yapımı ve kullanımı, kelime ve işaret büyüsü, büyülü yolculuklar, gece yolculukları, hayvana dönüşme, hava -iklim- büyüsü, ölülerin kemikleri yardımıyla kehanette bulunma ve ruh çağırma. Böylece Hartlieb tüm zararlı eylemleri ölüler aracılığıyla gelecek hakkında bilgi sahibi olmanın çatısı altında toplar. Ölüler üzerinden kehanette bulunmak, falcılık yapmak için öncelikle ölülerle -öbür dünya- ilişkiye geçmek gerecektir. Bu noktada kristal küreye bakarak, taş veya kurşun dökerek şartların oluşup oluşmadığına bakıldığı gibi, görüde bulunmak da mümkündür.
Ancak, Orta Asya halklarında olduğu üzere bağırsaklara ve ateşte kürek kemiği kavurarak kehanette bulunmanın Avrupa halkları arasında yaygın olduğunu söyleyebilmek güç gözüküyor. Hayvanların davranışlarına, örneğin kuşların uçuş yönlerine, bakarak kehanette bulunmak sıkça rastlanılan bir olgu olmakla birlikte; iç organlara bakmak, kemiklere bu denli önem atfetmek Orta Asya kültürlerine özgü olsa gerektir.
Kaynaklar:
Akın Haydar, Ortaçağ Avrupası ve Orta Asya kültürlerinde Hayvanların şifa ve büyü amaçlı kullanımı, 2006
Abraham, H.- Thinnes, I.. Hexenkraut und Zaubertrank, Urs Freund Verlag, Greifenberg, 1997.
Bandini, D.-Bandini, G.. Kleines Lexikon der Aberglaubens, dtv, Münih, 1998. Bandini, D.-Bandini, G.. Kleines Lexikon des Hexenwesens, dtv, Münih, 1999.
Eliade, Mircae. Dinler Tarihine Giriş, Lale Arslan (çev.), Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2003.
İnan, Abdülkadir. Tarihte ve Bugün Şamanizm – Materyaller ve Araştırmalar-, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000.
Hatlieb, Johannes. Das Buch der Verbotenen Künste – Aberglaube und Zauberei des Mittelalters-, Eugen Diederichs Verlag, Münih, 1998.
Roux, Jean-Paul. Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Aykut Kazancıgil (çev.), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002.
Roux, Jean-Paul. Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Aykut Kazancıgil (çev.), Kabacı Yayınevi, İstanbul, 2005.
Moğolların Gizli Tarihi. Prof. Dr. Ahmet Temir (çev.), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1995.
Divânü Lugâti’t-Türk. Kaşgarlı Mahmûd, Seçkin Erdi – Serap Tuğba Yurteser (çev. ve yay. haz.), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005.
İslam Ansiklopedisi, MEB- Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 1997.